7 Mayıs 2017 Pazar

Ölüm cezası ve yaşama hakkı

Dünyaya hükmeden kral olarak tarihe geçen Babil’in altıncı kralı Hammurabi tarafından yazılan 282 adet yasayla başlatıyor tarih yazılı anayasayı… Hammurabi  kanunları, halk arasında “göze göz, dişe diş” ya da “kısasa kısas” olarak bilinen, bir taşa kazınmış ve halk okuyabilsin diye Akad dilinde yazılmış… Hammurabi kanunlarında 34 çeşit ölüm cezası tanımlanmış.  

Tarihte ölüm cezası, en vahşi olanları en çok tercih edilen yöntem olarak uygulanmış. Mahkûmun parça parça kesilmesi, giyotin ile başının gövdesinden ayrılması, hayvanlara parçalatılması, iple boğma gibi birçok metot insanın insana uyguladığı ölüm yöntemleri olarak tarihte yerini almış. Filmlerde gördüğümüz ve izlemeye dahi zorlandığımız birçok ölüm cezası sahnesi, insanlık tarihinde yaşanmış. Hatta 21. yüzyılda bazı ülkelerde hala yaşanagelen “hukuki”(?) yöntemler olarak varlığını sürdürüyor.


Polonya asıllı İngiliz antropolog Bronislaw Malinowski, Trobriand Adalarında 4 yıl boyunca yaptığı alan araştırmasının sonucunda kaleme aldığı “İlkel Toplum” adlı kitabında, ilkel toplumlarda yasa, düzen, suç ve ceza kavramlarına dikkat çeker. Malinowski’nin araştırması, araştırmanın yapıldığı dönem, dikkat çekilen konular ve bu konuların ilk defa bilimsel bir perspektifte değerlendirilmesi bakımından bizlere önemli referanslar sağlar.

Töreler, kültürün önemli taşıyıcıları olması bakımından ilkel toplumlarda hayatı düzenleyen kurallar silsilesini oluşturuyor. Töreler, yazılı olmayan yasalar olarak toplumda yazılı olanlardan daha etkili de olabiliyor.

Malinowski, Trobriand adalarında yaşayan yerlilerin yaşamlarındaki intihar vakalarını yasaya ve düzene güçlü destek sağlayan bir nevi ceza sistemi olarak değerlendiriyor. Örneğin; Bir erkek kendi eşini başka biriyle bir ilişki kurmakla suçladığında,  kadın bir palmiye ağacından atlayarak canına kıyar, kocası da onu izler. İntihar vakalarının nedenleri sadece evlilik dışı ilişki kurma nedenli değil. Kabiledeki egzogaminin çiğnenmesi, hakaret, görevlerden kaçma gibi gerekçeler de intihara yol açabiliyor. Geçmişte Türkiye’de de sık rastlanan intihara zorlanma olayları, özellikle “namusu koruma”, “toplum, topluluk olabilmek”, “birlikteliği korumak”, "ataerkil kültürün devamlılığını sağlamak ve gücünü perçinlemek" için uygulanan, pratikte yazılı hukukun dahi önüne geçebilen bir ceza sistemi diyebiliriz. Hatta bir çeşit idam… Kişinin kendi elleriyle, kendi idam fermanını yazıp, uygulaması… Bu konuda Malinowski’yi referans vermemin nedeni, ilkel toplumlarda uygulanan bu “intihar cezasının” aslında sosyo-kültürel farklılıklara rağmen birçok toplumda uygulandığına dikkat çekmek ve bunu cezayı uygulayanın aslında töre yani töreyi yaratan ve uygulayan toplum olduğu gerçeğidir.

                                                 Bronisław Malinowski(1884-1942) ve Yerliler
15 Temmuz darbe girişiminden beri dönem dönem gündemde olan idam cezasının geri gelmesi konusu kişisel olarak beni rahatsız eden bir konudur. Birincisi idam cezasının suçun caydırıcılığını engellemediğini ve toplumlarda şiddet eğilimini artırdığına inanmamdır. Tartışılmasının bile toplumsal bilinçaltını negatif etkilediğini düşünüyorum. Bu düşünceme kaynak gösterebilecek bir bilimsel veri yok elimde. Fakat bunun için bir insanın ölümünün yine bir başka insan tarafından gerçekleşmesi fikri, yetişkinleri bir kenara bırakırsak, toplumdaki çocuklar ve gençler tarafından nasıl ürkütücü olarak algılanabileceğini hayal edebiliyorum. İkincisi, idam cezasına karşı olmam. 

Türkiye’deki idam cezasının tarihine baktığımızda İstiklal Mahkemeleri'nin kararıyla idam edilen kişiler dışında, 1920 ile 1984 yılları arasında 15’i kadın, 697’si erkek olmak üzere toplam 712 kişi idam cezasına çarptırılmış.

Türkiye'de idam cezası, 1984'ten beri fiilen ve 2004'ten beri hukuken bulunmuyor.  İdam cezası, önce 2001'de savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışındaki suçlar için kaldırılmış, sonra 3 Ağustos 2002'de "savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar hariç" şartı ile kaldırılmış, daha sonra 7 Mayıs 2004’de anayasadan çıkarılmış, 14 Temmuz 2004’de çıkan yasayla da Türk Ceza Kanunu'ndan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkarılmış. Böylece idam cezası Türk Hukuku'ndan tamamen kaldırılmış.
Prosedüre göre mahkemeler tarafından verilen idam kararları Yargıtay'da onaylandıktan sonra Meclis’e gönderiliyor, Meclis’in de idam kararını onaylaması halinde ölüm cezaları infaz ediliyormuş. İnfaz kurallarına göre ölüm cezası hükümlünün mensup olduğu din ve mezhebin hususi günlerinde yerine getirilmiyor, hamile kadınlar doğum yapana kadar, akıl hastalığı tespit edilenler akli dengesi düzelene kadar idam edilmiyormuş. 18 yaşından küçükler ve 65 yaşından büyükler hakkındaki ölüm cezası infaz edilmiyormuş.
İnfazlar 1965 yılına kadar gündüzleri ve “halkın izleyebilmesi için alenen” ve belirli noktalarda İstanbul’da Sultanahmet Meydanı'nda Ankara’da Samanpazarı’nda gerçekleştiriliyormuş. 1965 yılında İnfaz Kanunu’nda yapılan düzenlemeden sonraki infazlar cezaevi avlularında, güneş doğmadan önce, gizli olarak yapılıyormuş. Askeriye'ye bağlı bir kişinin askeri suçtan dolayı aldığı ölüm cezası kurşuna dizilerek gerçekleştiriliyormuş. Örneğin; Şeyh Said İsyanı ile bağlantıları olan Albay Cibranlı HalitMolla AbdurrahmanYusuf Ziya BeyTeğmen Ali Rıza BeyFaik Bey kurşuna dizilerek idam edilmiş.
Türkiye'de, cezası infaz edilen son idam mahkûmu, 25 Ekim 1984'te idam edilen Hıdır Arslan... Ekim 1984'ten itibaren mahkemeler tarafından verilen ölüm cezaları Meclis’te onaylanmadığı için infaz edilmemiş. 1991 yılında çıkarılan bir afla 500 civarında ölüm cezası dosyası, 10 yıl ağır hapse dönüştürülmüş ve 2002'deki yasayla da fiilen uygulanmamış olan tüm idam kararları, ömür boyu hapse dönüştürülmüş. Bunlar arasında, Abdullah Öcalan'ın 29 Haziran 1999'da çarptırıldığı, 25 Kasım 1999'da Yargıtay tarafından onanan ölüm cezası da var.
İdam cezalarının neyle nasıl uygulandığının kanımca bir önemi yok. Kurşuna dizmek, iple boğmak, 18. yüzyıl Fransa’sındaki gibi giyotinle baş kesmek ya da 21. yüzyılda bazı ülkelerde uygulanan iğneyle zehirleyerek öldürmek… İdam cezasını, insanın sosyal evrim sürecinde ilkelliğe doğru, geri yolcuğu olarak değerlendiriyorum. Kişisel olarak bir insanın, başka bir insanın canını alma hakkını kendinde görmesini, Yaratılan’ın Yaradan’la rekabet etmesi hali olarak görüyorum… Başbakan Adnan Menderes’i, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ı; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı; Mustafa Pehlivanoğlu'nu, 1980-84 yılları arasında idam edilen 18’i sol, 8'i sağ görüşlü ve 23'ü de adli suçtan idam edilen 50 kişiyi ve adını anmadığımız nice insanları ölümle cezalandırmak!  Bazı isimler temsil ettikleri dünya görüşleri nedeniyle sembolleştiği için, onlarla doğal olarak aidiyet bağı kuruluyor. Ben salt insan kategorisinde değerlendirmeyi yeğlerim. Kenan Evren'in 3 Ekim 1984'te Muş'ta yaptığı konuşmada "hainleri asmayıp da besleyecek miyiz" sözü hala hafızalarda asılı. Türkiye’de idamı destekleyen çevrelerin “ABD’de de idam var” şeklindeki idam cezasının gerekliliğine dair gerekçeleri (Gerekli gereksiz her konuda Türkiye-ABD kıyaslamaları da tuhaf ki aralarında kıyaslanamayacak kadar çok parametre var ) yersiz. 

Uluslararası Af Örgütü'nün 2016 yıllık raporuna göre dünyadaki idamların yüzde 87'si İran'da gerçekleşmiş. Sonra Suudi Arabistan, Irak ve Pakistan'da gerçekleşmiş. Ancak  Çin hükumeti idamlar konusunda net rakamlar vermediği için bu dört ülkeden de fazla sayıda infazın Çin'de gerçekleştirilmiş olduğu tahmin ediliyorBenzer bir bilgi paylaşımı gizliliği Malezya'da da olduğu söyleniyor. İdam cezasını uygulayan ülkelere baktığımızda çoğu demokrasiden uzak ülkelerSonuç olarak  M.Ö. 1754’te yazıldığı kabul edilen, "kısasa kısas" ilkesini temel alan Hammurabi Kanunları'ndan bugüne insanlık, akıl ve adalet evrimini, tekamülünü gerçekleştirme yolunda yüzyıllardır ilerlerken, siyaset kurumu bu emeği harcayabiliyor. 21. yüzyılda "zorunlu intiharların", ölüm cezalarının uygulanması, tartışılması toplumları ilkelleştiriyor. Yaşama hakkı, her bir canlı için bir haktır. Maalesef tarih tekerrürden ibaret olmasın temennisine sığınmak çare değil...

11 Mayıs 2016 tarihinde Bangladeş'te muhalefetteki Cemaat-i İslam Partisinin lideri Motiur Rahman Nizami idam edildi. İdamı, Türkiye tarafından sert bir dille eleştirildi.




Uluslararası Af Örgütü, 2016 Yılı Ölüm Cezası Raporu  
https://www.amnesty.org.tr/uploads/Docs/act5057402017-en-webrs2106.pdf
Bilgi: Görseller internetten alınmıştır.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder