21 Şubat 2018 Çarşamba

Bir ad'a yazılan güzelleme


ben senin adına vurgunum...
adın nelere kadir,
adın, nasıl uçsuz bucaksız deryalara sürüyor dümenimi bir bilsen...
her harfinin ayrı bir ahengi var,
her harfi gökkuşağı gibi renk cümbüşü içinde
her harfinden yaşam filizleniyor içime...

ses olup gönlüme düştüğünde,
dilimden döküldüğünde,
göğsümü, midemi, bütün bedenimi,
bir helezon ele geçiriyor sanki,
alıp götürüyor anksiyetelerimi...
bir mutluluk bestesi salıyor içime...
yüzyıllar öncesine, beethoven'a selam duruyor,
öyle coşkulu, öyle taşkın çalıyor ki,
herkes duyuyor sanıp, utanıyorum...

olur olmadık yerlerde bir gülümseme zuhur ediyor yüzümde...
her bir insan yavrusunu adınla çağırasım geliyor...
bir oğlum olsa,
verirdim adını inan ki adına,
yankılansın isterdim adın, andığımda her yerde...

ne ekersen onu biçersin derler ya,
vallahi de billahi de tillahi de...
adını ekiyorum yerküreye...
gözümün alabildiği yer,
çorak topraklar,
betona bulanmış kentler
metruk köyler
akdeniz, karadeniz, ege ve marmara,
fırat, kızılırmak, gediz ve meriç,
kül rengi dağlar,
sarı ovalar,
ve bozkır,
turkuaz rengine dönüyor...
yaşam atlasının şavkı vuruyor göğe,
bir yasemin kokusu eşliğinde...

kuşlar şarkılar, türküler söylüyor adına,
adın çınlıyor koca cihanda...
deniz bir başka mavi, gökyüzü bir başka mavi oluyor,
taa lacisi görünüyor,
adın merhem oluyor yalan dünyanın kahrına...

düşünüyorum da,
başka bir çağda,
başka bir mekanda,
yedi harf bir araya gelse, bu kadar güzel bir harmoni yakalayamazdı herhalde...
yedinin gizemi sinmiş olsa gerek adına,
öyle kadim,
öyle efsanevi,
insanlığın hazinesi, mitleri gizli.
ince ses kalın ses birbirine hiç karışmadan,
öyle mütenasip işte...

adın...
nasıl zamansız,
nasıl faziletli, nasıl munis,
nasıl deli fişek,
nasıl da naif bazen,
nasıl da mağrur çoğu kez...
bin yıllık uykudan uyandıran bir seher misali gibi zülfüyare dokunan...
bin yıllık hasretliği bitiren...

kalbim,
etim,
adınla etim olmaktan çıkan yerim...
düşüncemin gözbebeği,
gamzemdeki yaz güneşi,
vitir vakti bile
adını zikreylerim...
gel ey sevgili!
dağılsın tepemdeki kara bulutlar...
dağılsın uhunetim...
şenlensin evim....

velhasıl,
adının demindeyim epeydir.
aklı selimin gerisinde...
tutundum bir yelkenliye,
gidiyorum peşinden...
böyle bir halet-i ruhuye işte...
hem de roket çağında,
füze çağında,
post truth çağında,
gözler kör, sözcükler körken,
ayrışırken yedi milyar insan tek tek.
yok bu bir spielberg filmi değil,
bilim ve kurgu gerçekliğinde.

leyla ile mecnun dalgasında,
aşk buhrandayken...
ve şiir can çekişirken,
ve sanat, ne insan için ne de toplum içinken,
sanat kimsesizken,
eşraf mahlukatı yutarken,
havsalasını yitirirken,
kudret yüzüğü efendisinde,
ve taht kurarken desise,
yaşıyoruz sözümona hasbelkader.
gidiyoruz bir bilinmezliğin izinde...
yine de yürek galip geliyor eleme,
tutunuyoruz ihtimalli sevince...
bu bir optimistlik değil,
bu bir fantazya da değil,
mevzuubahis inanç,
mevzuubahis yaşama olan aşk...

netice itibariyle,
öyle kolay değil sevmek,
öyle kolay değil bir ad'a güzellemeler dizmek...
"bir ben vardır bende benden içeri" misali...
kazırken içeriyi,
iyiler kötüler kılıçlarını biledi.
ve devirmeden henüz özbenliği,
öyle kolay değil sevmek...
öyle kolay değil teraziyi dengelemek...
bütün hikmet yedi harfte, 
titreşen yedi seste...

ömrümün hasat mevsiminde,
hayatın pembesinde,
turuncu bir benlik içinde,
acayibim işte...




































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder