Kedine yeterliliğin en güzel meyvesi hürriyettir.
Epikuros
Magazin haberlerinin, sosyal medyadaki gezginlerin, sanatçıların paylaşımlarının etkisi son yıllarda Ege sahillerine karşı ilgiyi artırdı.... Özellikle de dünya ve yurdum hallerinin yarattığı buhran, herkesin bir Ege fantezisi kurmasına yol açtı. Emeklilik düşleri erkene çekilmeye başlandı... İnsanlarda bir "İzmir Cumhuriyeti"nin vatandaşı olma isteği belirdi... Yağmur yağınca sele teslim olan, körfezinden kötü kokuların geldiği, gecekondularıyla nostaljik, dar ve bakımsız yollarıyla anti-Avrupai, altyapısız, çarpık kentleşmenin numunesi, dini-imanı zayıf olan insanların yaşadığı, bir taraftan öteki, bir taraftan peşinden koşulan ulaşılmaz bir sevgili gibi torpilsiz şehir İzmir...
Bilgi: Görsel internetten alınmıştır.
İlkokul kitaplarında "Ege'nin İncisi" diye başlardı İzmir yöresinin tanıtımı... Bozkırın ortasında doğmuş ve ilk defa 19 yaşında deniz görmüş biri olarak, çocukken Ege'nin incisi teşbihini okuduğumda beni acayip hayallere sürüklerdi o benzetme(dünya artık küçüldüğü için büyüyünce deniz gören son kuşağız zannımca)... Bir nevi ecnebi bir memleket gibiydi benim hayal ettiğim İzmir... Mini etek giyen kadınlarıyla, geniş geniş, tozu toprağı olmayan yollarıyla, yolların kenarında kocaman palmiyelerin sıralandığı, kışın soğuğun-ayazın uğramadığı, musmutlu ailelerin yaşadığı bir refah şehriydi... Bu imgelemelerimde 1975 yapımı, Tarık Akanlı, Necla Nazırlı, Hulisi Kentmenli Osman Seden filmi Ateş Böceği'nin etkisi vardır... Çünkü filmde Tarık Akan'ı terk eden Necla Nazır fabrikatör dedesinin evine gidiyordu ve ben o an sanıyordum ki İzmir'de herkes yalıda yaşıyordu.... Denizi dünya kadar büyüktü... Küçüktüm ve bütün sanılarım gerçekti o küçük dünyamda... Filme ne zaman denk gelsem hala aynı lezzetle izler ve çocukluğuma giderim...
Kültürel sınırların kalktığı, etkileşimin-iletişimin arttığı 21. yüzyılda herhangi bir sanıda kalmamış olabilir belkide çocuk zihinlerde... Çünkü hayalleri, sanıyı, zannı besleyen, büyüten ulaşılmazlıktı... Bahsettiğim yıllar bundan 25-30 yıl öncesiydi elbette... Çok su aktı üzerinden hayatın... Yeni gezegenler keşfedildi, uzayda çiçek yetiştirildi, ıphone yaşam standartlarını belirledi, Orhan Pamuk, Aziz Sancar Nobellendi, bilmem hangi Amerikan dizisinin meşhur oyuncusunun kolyesini Türk tasarımcı çizdi, Victoria Secret meleği, bir Türk'ü sevdi... Türkler dünyada dillendi, gezegen Türkler Türkler diye inledi... Çok şey değişti yani... Değişmeyen tek şey değişimin kendisiydi... Bir şey değişmedi... İzmir Cumhuriyetine olan ilgi... İşte burası analize muhtaçtır.
İnsanlık tarihinin 8 bin 500 yıllık dönemine tanıklık eden şehir diyor tarih kitapları İzmir için... Benim çocuk dünyamda büyüttüğüm İzmir'in, toprağından bereket fışkıran Gediz Ovası'ndan mıdır, Menderes Ovası'nda mıdır, bilinmez hikmeti... Bir İzmir marşıdır dillerden düşmeyen... Seven de söylüyor, sevmeyen de... Öz evlat gören de söylüyor, üvey gören de... Babam İzmir'in "gavur"luğu için; "yavrum onlar işgali gördü, Yunan'ı gördü topraklarında... Onun için Cumhuriyete sahip çıkıyorlar, gavurluğu da ondan" demişti. Bu yorum kimisi için ideolojik, kimisi için ise ülke sevgisi çerçevesinde değerlendirilebilir... Savaş gören, darbeler yaşayan babamın kuşağı için İzmir'in değerlerine tutunmak, vatanseverlik göstergesidir... Her kesim kendi meşrebince anlaşılır... Zaten bu yazının gayesi de gündelik siyasetten uzak, anlama çabasıdır, gözlemdir, bir fotoğrafını çekmektir İzmir'in...
Eski Foça
İzmir nüfusunun yaklaşık yüzde
20'sinin (özellikle Bornova) Balkan göçmeni olduğu biliniyor. Vatanını,
yerini-yurdunu kaybetmiş, mübadele ile İzmir'e gelmiş insanların bağlandığı ve bir gelecek inşa etmek için tutunduğu değerlerde mutlaka bu göçmenliğin
etkisi olacaktır. Tarihinde dünyaya hükmetmiş, parçalanmış bir imparatorluğun
nesli olmanın yarattığı kolektif hüsran duygusu da cabası... Bu hüsran sadece
mübadillere özgü değil... "Bir Türk dünyaya bedeldir" sözüne
de siner ve toplumsal bellekte bütün yaşanmışlığın tozuna dumanına karşı,
capcanlı durur, ara ara da bağırır bize... Bazen bir futbol maçı zaferinde,
bazen Nuri Bilge Ceylan filminin aldığı bir ödülle, bazen de "every way that i
can, i'll cry, i'll die and make you mine again"de kendini iyi hisseder,
özgüven tazeler... Bize özellikle ecnebilerin verdiği ödüller çok iyi gelir...
Çünkü biz onların verdiği ödüllerle işgali bir kez daha yaşar, def ederiz
düşmanı ana yurdumuzdan her ödülde...
İzmir'in bu halet-i ruhuyeyi diri tutan
bir enerjiye sahip olduğu algısı baskın kolektif hafızada... Yani düşmanın
denize döküldüğü, yurdun kurtarılış belgesi, kazanılmış zaferin bayraklaştığı
yer gibi algılara karşılık geliyor toplumda. İzmir'in etnik, kültürel haritasına
baktığımızda; Buca, Kadifekale, Çiğili, Konak gibi semtler Kürtler; Bayraklı'da
ise yoğunlukla Aleviler yaşıyor. İzmir, insanlar
arası ilişkilerde, gündelik yaşamda farklı sosyal-kültürel kökenden gelen
toplumsal kesimlerle genel olarak bir sorun yaşamıyor. Fakat siyasal alanda
daha muhafazakâr... Bu yöndeki tercihlerini reel politiğe göre değil, belli
değerler üzerinden yapıyor. Geçmişte merkez sağda siyaset yapan, iradesini
teslim ettiği siyasetçiler var... Örneğin; 12 Eylül sonrası yapılan
1984-1989 yerel seçimlerinde Anavatan Partili Burhan Özfatura'nın İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanlığı (1994-1999 arası 2. kez)-1989-1994 Yüksel Çakmur
belediye başkanı- var... Bir de 1964-1973 yılları arasında belediye başkanlığı yapan, İzmir yollarını çamurdan kurtardığı için Asfalt Osman lakabıyla anılan Osman Kibar
var Demokrat Partili... Biraz daha geriye gidersek 1955-57 yılları
arasında Enver Dündar Başar var, yine Demokrat Partili... İzmirliler'in bu eğilimleri
Türkiye'nin o dönemlerdeki konjonktürü ile birlikte değerlendirilse de Burhan
Özfatura da, Osman Kibar da İzmir'in değerleriyle çatışan bir yönetim
anlayışı içinde olmamış yöneticiler. Ayrıca Osman Kibar Selanik göçmeni, Robert Kolejli
bir siyasetçi... Sonuç olarak İzmir son 30 yıldır bir türlü hükumet
olamayan siyasi partiyi tercih etmiş... Bunda mübadillerin Cumhuriyeti kurtarıcı bir sembol olarak görmeleri, Cumhuriyete ve değerlerine bir
kutsiyet atfetmeleri, Cumhuriyetin kurucu dinamiklerine, felsefesine karşı herhangi bir aykırılığı tehdit olarak görmeleri etken faktörler arasında. Aslında İzmirli'lik
kimliği, Cumhuriyet değerleriyle(?) iç içe geçmiş bir yaşam tarzına dönüşmüştür de denilebilir. Atatürk'ün İzmirli Latife Hanım ile olan evliliği, toplumsal yaşamdaki değişim ve dönüşüm sürecinin İzmir'den
başlaması, bir nevi İzmirli'liği Kemalizm ile ilişkilendirmiş, yıllar
içinde buradan bir tavır, kimlik oluşmuş olabilir. Bu değerlendirme herhangi bir
araştırmaya, veriye dayanmıyor, bir bakış açısı, analizdir. Bu analize dayanak da İzmirli’nin son 30 yıldır
yaptığı siyasi tercihler ki İzmir’in son 30 yılı ekonomik olarak da pek
başarılı değildir. Hükumet ile uyumlu belediyelere, yatırımlarda öncelik sağlandığı gerçeği sadece Türkiye’ye özgü değil... Gelelim son yıllara, son zamanlara... İnsanlardaki
İzmir'e göç etme isteğine... Bırakın göç etmeyi “medeni” kontenjanından bir
İzmirli ile evlenme isteğine... Diğer şehirlileri medeniyetsiz kılan her neyse(!)… Elimde yine bir araştırma sonucu yok, benimkisi gözlem... Hâlbuki İzmir'in, işçi için de patron için de pek verimli bir şehir olduğu
söylenemez... Hani derler ya, "memleket doğduğun yer değil, doyduğun
yerdir" diye, işte bu nedenle İzmir'in bağrında besleyeceği kişi sayısı
kısıtlıdır da aslında... Sanırım bütün mesele az biraz özgürlük konusunda... Özgürlük derken, kendini ifade etme özgürlüğü ile birlikte, mini etek-kısa şort giyme özgürlüğü, içki içme özgürlüğü, sevgili edinme özgürlüğü filan birazda... Özgürlükle birlikte mutlu olma arzusu... Bir refah şehrinde yaşayıp, hür olma arzusu... İzmir, diğer büyük şehirlere kıyasla gelişmişlik endeksinde son 30 yıldır ahaste ahaste giderken hem de... İnsanlık tarihinde kavimler, milletler doyduğu yeri yurt edinmiştir ya, 21. yüzyılda göçebe kavimler ekmek için, aş için değil de biraz hürriyet için göçecek... Burada şunu ifade etmeden yazıyı sonlandırmak istemem... Gayri Safi Milli Gelirin artışını bütün
girdiler çıktılar üzerinden hesaplayan dünya sistemi, refah,
mutluluk göstergelerini elbette madde üzerinden ölçecek. Dakikada bir milyon pet şişe satılan dünyada, geriye dönüşen pet şişe oranı yüzde 7 iken; gerisi çöp olup
okyanuslara, denizlere, nehirlere akarken; işte Gayri Safi Milli Hasıla, günde bir milyon adet satılan pet şişeyi, insan öldüren silahların üretimini, şehirleri,
medeniyetleri yerle bir eden füzelerin üretimini, doğa için, insan için en büyük
tehditlerden biri olan nükleer santralleri bir gelişmişlik göstergesi olarak
değerlendirip, insanlığın refahını bu girdiler-çıktılar üzerinden ölçüyor. Bu gelişmişlik ile
insanlığın seratonin havuzunda yüzdüğü sonucuna varılıyor, sonuç refah toplumu oluyor. Eski kuşaklar kendilerini gelecek kadar geçmiş ile de tanımlıyorlardı... Milenyum çocukları için geçerli değil bu... Milenyum çocukları "şimdi" de, "şu an"dalar daha çok... Dolayısıyla refahın, hürriyetin hazzına da varmak isteyeceklerdir...
İzmir her şeyi ile bir refah şehri olmayabilir fakat son zamanların umut veren, gelecek kurmak için imgelere konuk olmaya aday şehri.. Hem de gecekonduları ve insanın burnunun direğini kıran körfez kokusuyla... İzmir, buhran zamanlarında adadır kimilerine... Gavurluğu da geçmişteki levantenlerinden değilde Kordon'unda bira içen gençlerindendir belkide... :)
Aşağıda İzmir'deki sevdiğim yerlerden
çektiğim fotoğraflar var meraklısına... Daha aşağıda ise İzmir hatıraları var,
siyah beyaz iken an'lar... Yine onlar da meraklısına...
Seferihisar-Sığacık
Eski Foça
Eski Foça
Eski Foça
Şirince-Meşhur Mahzen
Şirince- Matematik Köyü
Şirince- Matematik Köyü... "Matematik bütün bilimlerin kraliçesidir." Yukarıdaki fotoğrafın varlık nedini bu cümledendir...
İzmir -1930'lar
Kaynak:
Hamide Doğan(Pinteres) İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü Öğrencileri -1940'lar
Kaynak:
Hamide Doğan(Pinteres) İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü öğrencileri doğada resim dersindeyken... 1946
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder